Tag Archives: mü’min

Hata İşleme Özgürlüğü

Standard

Hata işleme özgürlüğü

Allah’ın kılavuzlamasına tabi olanlar, yüzleri Allah’a dönük olup Allah’ın öğüdüne varlığını açanlar, bolluğun ve darlığın Allah’ın sınaması olduğu idrakinde olduklarından her durumda infak için yol ararlar. Öfkeleri ile karar noktaları belirlemez, düşman olarak “başkalarını” görmezler. Başkalarına olan tavırları sadece Allah’ın öğüdünü dinleyip mukabillerini çıkarmak şeklindedir. Öfke ile hareket ettiklerinde Allah’ın koruması dışına çıkacaklarının farkındadırlar.

Başkalarını merkeze alanlar öncelikle kendilerini muhataplarına kabul ettirebilmek için “hata işlememek” şeklinde tanımlanabilecek insan için olası olmayan ve bütün üretimlerini sınırlayıp yok eden algıya saplanırlar. Zamanla kendilerine yaranmak istediklerinin umursamazlığı ile yüzleşip bu kez de onlara öfke biriktirirler. Bu öfkelerine dayanarak da bu kez kendilerine kastettiklerinin farkında olmaksızın bile bile daha önce hata işlememek için ürettikleri ilkeleri çiğnerler. Bu döngü, kendisi, en yakınları ve gücü yettiklerinden başlamak üzere fesat çıkarmak/bozgunculuk yapmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir. Bu şekilde insan şeytanın gönüllü askeri haline gelecektir.

Temel tezini Allah’ın belirlemesine açan insan ise sevkolunduğu şekilde Allah’ın vahyini almağa devam edecek, şeytan müdahalesiyle yanlış algılayıp yaptığı şeyleri kutsamadan yine Allah’a arz etmeye devam ederek yaptığı hatalarda, günahlarda, azgınlıklarda bile bile ısrar etmeyecektir. Her insanın sürecinin de bu sistem üzerine olduğunun farkında olup onlara biriktirdiği öfkenin algı ve eylemlerini yönlendirmesine izin vermeyecektir. Kimsenin yükünü taşıyamayacağı, kimseyi en güzele kılavuzlayamayacağı bilinciyle sadece kavradıklarını tebliğ edip bu temel tez üzere olumsuzluklardan, olumsuz insanlardan, olumsuz ortamlardan ayrışacaktır. Allah’a inanıp güvenen insanın maksadı “bilerek ya da bilmeyerek, kendi eylemleriyle kendisine vurduğu ya da kendisine tevarüs eden prangalardan gerçekçi bir şekilde kurtulmaktır”. Kısaca amaç gerçek bir “özgürlüktür”. Bu özgürlük bu günün dünyasında algılandığı şekliyle başkalarının kölelikleri üzerine kurulu değildir. Tüm insanlığa teklif edilebilecek bir özgürlüktür.  Bu temelde müminin ilk savunması gereken özgürlüğü; “hata işleme özgürlüğüdür”.

Başkalarına yönelen şeytani temel tezde kurguladığınız bütün ilkeler en temelde bu özgürlüğü yok etmektedir, esasında. Bir ortamda hata işleme özgürlüğünüz yoksa bilin ki o vasat “şeytani” bir vasattır. Mümin, kendisini yalnız Allah’ın koruyacağı ve günahlarını, hatalarını, aşırılıklarını ancak Allah’ın bağışlayacağını hiç bir zaman aklından çıkarmayan kişiye denir. Allah’a yönelen kişi için affedilemeyecek, bağışlanamayacak hiç bir günah, aşırılık, hata yoktur. Ancak şeytani temel tezin zokasını yutmuş insanın en temel hatası zaten “şirktir”. Bu sebeple hataları, günahları, aşırılıkları artarak devam edecek yani bağışlanmayacaktır. Kendisini bir ortamın, bir kişinin ya da kurgusunun koruyacağını zannedenler şirk üzeredirler ve üzerinde oldukları hal zaten pislikten başka bir şey üretmeye elverişli değildir.

Naçizane, 13.05.2016

Şeytan İktidarının Müminleri

Standard

İnanmak, güvenmek demektir. İnsanlar aslında iki tür; birincisi ve kahir ekseriyeti “şeytan iktidarına” inanan, hiçbir şeyin düzelmeyeceğini ve düzeltilemeyeceğini düşünen ve bu inandıkları doğrultuda şehvetlerinin veya umutsuzluklarının esiri olmuş olan insanlar, ikincisi de;“Hakkın iktidarına” yani “lehul mülk”/iktidar ve yönetimin Allah’a ait olduğuna inanan ve bu doğrultuda düzeltmeye yönelik işler yapan ve çok azınlıkta olan insanlar. Umutsuzluğu şiar edinmiş şeytan iktidarı yardakçılarının hayattaki tek yaşama ve varlıklarını sürdürebilme motivasyonları şehvettir. Bu sebeple umutsuzluk ve şehvet ikiz kardeş ya da paranın iki yüzü gibidir. Yahutta gece ile gündüzün birbirine ihtilaf etmelerine rağmen birbirini izlemeleri gibi (45/5)* birbirlerini izlerler. Umutsuzluk şehveti, şehvet de umutsuzluğu doğurur, biteviye. Onlar sürdürülebilir coşkunluğun mümkün olabileceğine, herkesin eşit bir şekilde yaşayıp paylaşabileceğine, tüm insanların açlık ve kaos olmaksızın birlikte olabileceğine, yeryüzündeki nimetlerin herkese yetebileceğine inanmazlar. İnsanları bitmek tükenmek bilmez mülkiyet ihtirasıyla kastlara bölerler ve altta kalanı umursamazlar. Tüm sistemleri güçlerinin yettiğini becerebilmek, gücünün yetmediğini düşündüklerine de yalakalık yapıp yalvarmakla devam eder. Hep sistemin üstünde, üst kastta olanlara özenirler. Bu sebeple refah adacıkları oluşturup dünyanın geri kalanının ve kast sisteminin en altında gördüklerinin dünyalarını başlarına geçirip bütün pisliklerini onlara boca ederler. Kendi refah adacıklarında evrensel nutuklar atarlar, geri kalanları da, ıstırap içerisinde nefes almak derdinde olanları da evrensel olamadıkları, kendileri gibi nutuklar savuramadıkları için eleştirirler. Ancak altta olanların her an yaşadığı hali bir kez tatmaya görsünler, dünyanın geri kalanını tek kalemde ateşe vermekten çekinmezler. Bu sebeple Allah’ın öğüdüne varlığını ilk açanlar hep bu kast sisteminin en altında kalanlar olmuştur. Bu “şeytani iktidar müminleri” yine şeytanın yolunu takiple refah ve zenginliğin altta kalanlar için de mümkün olabileceğine dair yalanı sürekli söyleyip pompalamaktan bir an bile geri durmazlar. Fısıltıları duyunuz; zengin olabilirsiniz, tatmin olabilirsiniz, siz iktidar olabilirsiniz, bu kast sisteminin üstüne çıkabilirsiniz v.s. Ama hiçbir zaman bu sistemin değişebileceğine dair bir umut, beklenti ve inançları yoktur. Bu sebeple hep şeytan iktidarının gönüllü/hazır askerleri olurlar. (36/75) Kendi iktidarları için onları manipüle ederler ve asla inanmadıkları şeyleri başkalarının varlıklarına sürekli fısıldarlar.

Hakkın iktidarının müminleri, Hakk’ın mülkün/yönetimin daimi sahibi olduğunu bilirler. Varlıklarını Allah’ın kılavuzlamasına adamışlardır. Allah’ın koruması altına girildiğinde, azgınlıkların, şehvetin, umutsuzluğun esaretinden kurtulup gerçekçi bir şekilde arzu ettiklerine ulaşabileceklerini bilirler. Allah’ın nimetlerinin azgınlaşılmadığı ve birbirlerine destek olunduğu/salât edildiği ve kanıtlanmış verilere tabi olunduğu sürece tüm doğan ve doğacak olanlara yeteceğini bilirler. Açlığın, kaosun, katliamların kaynağının şeytani iktidar hırsı olduğunun farkındadırlar ve Allah ahlakı ile ahlaklanıp Allah’ın yardımcısı olmakla şereflenmenin derdindedirler. (47/7) Alay edenin alay ettiği ile, inkar edenin inkarı ile mutlaka yüzleşeceğini bilirler. Onlar, barışın savaşçılarıdır. Bir topluluk ya da kişi kendilerine saldırmadığı sürece saldırmazlar. Allah’ın günlerini ummayanları affetmişlerdir.  Bilirler ki Allah, her topluluğa yaptıklarına göre karşılık verecektir. (45/14) Onlar ilkelidirler. Kendi aleyhlerine bile olsa, asla yalan tanıklıkta bulunmazlar veya tanıklık yapmaktan çekinmezler. Hakkın iktidarına inandıkları için gerçek ile yüzleşmekten değil yüzleşmemekten sakınırlar. Bildiklerinin değil bilmediklerinin sorun olduğunu bilirler. Şu veya bu şekilde, ister silahlarla, bombalarla saldırılsın, isterse tavır ve eylemlerle saldırılsın onlar “savunurlar”. Ancak bu saldırıları bitirmektir, asıl hedefleri. Zira onlar, barışın gevşeklik göstermeyen savaşçılarıdır. (47/35) Bu saldırılara karşılık verirken asla haddi aşmamak derdindedirler. (2/190) Ama bir saldırı ile karşılaştıklarında “saldırganlığı bitirmeden” gevşemezler. Saldırının merkezine yönelirler. Saldırının kaynağını kuruturlar. (47/4) Saldırganlığı yüklenenleri esir alıp etkisiz hale getirmeden savaşı bırakmazlar. Düşmanlar olarak yerin yüzüne indirildiklerini ve Allah’ın kılavuzlamasına tâbî olmadan bu realitenin açmazından kurtulamayacaklarını bilirler. Bilirler ki bu bir sınavdır ve ancak Hakk’ın dediğine ittiba, bu sınavda onları başarılı kılacaktır. Durumları ancak bu savaşı üstlendiklerinde, sorumluluklarına sahip olduklarında düzeltilecektir. Barışın savaşını vermek bitmek tükenmek bilmez bir çabadır/cehddir. Seferde ya da hazarda olmak fark etmez. Hazarda hazırlanmak, seferde gevşeklik göstermemek gerekir. Zira dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir. (47/36) Bu tetikte olma hali içinde bile şeytan iktidarının müminleri ile karşılaştırılamayacak kadar gerçekçi bir şekilde arzularına ulaşırlar. Dostluğu, mutluluğu, huzuru şu oyun ve eğlenceden ibaret dünya hayatında gerçekleşebilecek en gerçekçi şekilde tadarlar. Onurlu ve dik duruşludurlar. Kavi ve naiftirler. Derin bir duyuları ve net bir kavrayışları vardır. Şeytanın iktidarının müminleri, Allah’tan daha fazla onlardan korkarlar. Korkmalıdırlar da…

Naçizane, 08.05.2015

* Kuran Sure ve Ayet numaraları.

YouTube’da “Bende-i Hak” isimli kanalda bu yazımız incelenerek aktarılmış. Teşekkürler…

Elinle Yonttuğun Puta Tapmak!

Standard

353_160820131812_721279715

Her nerede, hangi halde olursan ol tüm varlığını Hakka yani ilkeye adamadığın sürece “dost” olabilme şansın yok.

Dogmatik olmaktan kurtulabilme şansın yok.

Şeytanî önkabullerinin seni belirlememe şansı yok.

Üçüncü yolu görebilme ya da o yolda yürüyebilme şansın yok.

Hiç kimseyle ilişkiye girebilme şansın yok.

Sebepler ağını yırtıp atabilme şansın yok.

Konjonktürel durumlar haricinde yani duran bir saatin bile günde iki kez doğru zamanı göstermesi hali dışında tutarlı bir adalet algısına sahip olabilme şansın yok.

Fazlalıklarından, hastalıklarından, enfeksiyonlarından kurtulabilme şansın yok.

Sad Suresinin 21. ayeti ve sonrasında (38/21) anlatılan Davud Peygamberin iki davacı arasında adalet adına verdiği hüküm doğru da olsa, yanlış da olsa verilen hüküm “peşin yargının” sonucu idi. Ortakların kural olarak birbirlerine zulmettikleri ve fazla malı olanın malı az olana karşı borçlu olduğuna dair peşin yargı.

Verdiği hüküm doğru bile olsa bu peşin hükmünden dolayı kaygılandı ve bağışlanma diledi. Çünkü oluş karşısında Allah’ın ne dediğine konsantre olmamış kendi zihnindeki tanrı algısını Allah’a maletmişti. Bu hal ennihayetinde “elinle yonttuğun puta tapmakla” aynı kapıya çıkmaktaydı.

İbrahim Peygamber de eğer “Allah çocuğumu boğazlamamı emretmez” deseydi aynı çukura düşecekti. Musa Peygamber ile bilge adam kıssasını hatırlayalım…

Bu gün “sadece Kuran” demeye yaklaşan, her oluş karşısında çaresizce o noktaya itilen kanaat önderlerinin de Kuranî hakikat karşısında düştükleri açmazda bu algı sanırım; Kendi zihinlerinde oluşan tanrı algısını Allah’a maletmek.

Bu imtihanı verebilen ancak Allah’a kul olma şerefine erişebilecek. Bu sınavı veremeyip kendi algınıza saplandığınızda bir gün “Allah’a inanmadığınız”, “O’na güvenmediğiniz” gerçeği ile karşı karşıya kalacaksınız. Siz ancak dünya iktidar alanı olan “Şeytanî algının” hizmetçisi olabilirsiniz.

Naçizane, 21.01.2015

“Sadece Kuran” değil “Sadece Allah!”

Standard

Tüm vahiylerin ortak maksatlarının Allah ile insan arasına giren mesafeleri ve bu mesafenin somut müessesesi olan “din adamları sınıfını” kaldırmak olduğu kanaatindeyim.

Kuran’ı “tanrı algısı” üzerinden değil de “kul algısı” ile okuduğunuzda hiç bir yerde “Allah’ın dinini yüceltmekten” bahsetmediğini görürsünüz. Kuran Allah’ın yüceltilmesini” emreder. Tüm varlık ta Allah’ı yüceltmektedir. Yani merkez belirleyici “Allah’tır!”, “Allah’ın dini” değil.

Bu tespitin hayati sonuçları var. “Sadece Kuran” diyen müelliflerin bile korkunç açmazlarının bu temel noktadaki sapmadan kaynaklandığını görüyorum.

Halbuki “sadece Kuran” demek de temelde sorunu çözmüyor, “sadece Allah” demek gerekir. O zaman Kuran da bireyin algısına ve kavrayışına açılmakta. “Sadece Kuran” dediğinizde bu kez de insan ile Allah arasına Kuran’ı koymuş oluyoruz. Halbuki Kuran’a “sadece Allah” diyebilenler yaklaşabilirler, son tahlilde.

Kuran’ın Allah kelamı olup olmadığının sorgulanmasının yine Kuran üzerinden “mümin olmanın olmazsa olmaz koşulu”olduğunu görüyorum. Kuran’ın Allah kelamı olduğundan ancak bu sorgulamayı samimiyetle yüklenip Allah’a arzederek emin olabiliriz. Afak ve enfüsteki ayetleri okuyamayanlara/okumaya adanmayanlara Kuran ayetleri hiçbir şey anlatmayacaktır. Kuranın kriptosunun bu temel nokta olduğunu düşünüyorum;

Yani; “Sadece Allah!”

Naçizane, 04.Ocak.2015

Bu yazımız “Bende-i Hak” isimli YouTube kanalında incelenerek aktarılmış. Teşekkürler…

Yürüyüşün Şüpheye Tahammülü Yoktur

Standard

Yürüyüşün şüpheye tahammülü yoktur

Mümin yüreği elinde konuşur, yüreği elinde susar. En sağlam, en acımasız eleştiri aslında müminin işidir. Her işini böyle yapan, kendini bu kadar eleştiren, başkasını eleştirmek konusunda hiç te cimri değildir. Merhameti şiddeti de iç içe, kucak kucağadır. Şiddeti, merhamet kokar, buram buram. Bu merhameti tadanlar ondan kopamazlar. Ancak merhameti daima duyumsamak şiddete tahammülü gerektirir. Zira, zahmetsiz rahmet yoktur. İnsan isterki daima müminin cennetinde olsun. Halbuki cenneti kendisindedir. Kendi cehennemi ile yüzleşemeyen cennetin kıymetini bilemeyecek, gönül sarayına dozerle girecektir. Bütün çiçekler tarumardır artık. Tüm bu sebeplerle müminin kendisine dair endişelerinin, tereddütlerinin, suçlamalarının arz yönü Rabbine doğrudur. Netliği, kararlılığı, keskinliği, şiddeti insana dönüktür. Tüm bu hallerin toplamı “Allah ahlakı ile ahlaklanmak” müminin “Rahman ve Rahimliğidir”.

Kuran 30/60 (Rum Suresi 60. Ayet); “Sen bunlara aldırma. Allah’ın vaadi haktır, bundan hiç şüphen olmasın. Şüphe kurdu içlerini kemirip duranların senin de zihnine şüphe tohumları ekmelerine izin verme”

Kuran’ı okur gibi hayatı okumalı insan. Belki de hayatı okur gibi Kuran’ı okumalı. Müminler, değişimin, dönüşümün dilini yakalayanlardır. Realiteye hayatlarını kurban etmezler. İdeallerini realiteye yedirirler. Böyle bir yürüyüşte her söz dinlenir, her bakış önemlidir, her ilham kuyumcu titizliği ile değerlendirilir. Hiç bir hakiki eleştiri gözardı edilmez. Ancak “yürüyüşte şüpheye mahal yoktur”. Salih amelin alt yapısı düşünce dünyasında döllenirken aklın ve gönlün, hiç bir kelami ve kevni ayeti gözardı etmemelidir. Ancak karar verildikten sonra tereddütsüz yürünmelidir. Yürüyüşün şüpheye tahammülü yoktur, zira.

Mümin, Hakkın onarıcılığına aşkla iman etmiş olandır. Muhtemeldir ki tüm yaptıklarında günahları da seyyiatı da olacaktır. Tüm duygusunu ve hareketini Hakka adamış olan müminin yaptıkları boşa gitmeyecektir. Günahları biiznillah affolacak, seyyiatı örtülecektir. Zira, hakikatinde hayatta hiç kimse niyetinden ve eylemlerinin salihliğinden mümin kadar endişede değildir. Ancak dediğim gibi “yürüyüşte şüpheye mahal yoktur”.

Mümin başlarken niyet tashihi ile başlar. Yaparken Allah’ladır. Bitirdiğinde de fizibilitesini yapar, derselerini çıkarır. Her oluşla yenilenir, yeniden doğar. Bu sebeple müminin hakikat yürüyüşüne inkarcının, müşrikin, münafığın tahammülü yoktur. Muhabbetimize dayanabilen bizdendir. Mümin yüreği elinde konuşur, yüreği elinde susar. En sağlam, en acımasız eleştiri aslında müminin işidir. Her işini böyle yapan, kendini bu kadar eleştiren, başkasını eleştirmek konusunda hiç te cimri değildir. Merhameti ile şiddeti iç içe, kucak kucağadır. Şiddeti, merhamet kokar, buram buram. Bu merhameti tadanlar ondan kopamazlar. Ancak merhameti daima duyumsamak şiddete tahammülü gerektirir. Zira, zahmetsiz rahmet yoktur. İnsan isterki daima müminin cennetinde olsun. Halbuki cenneti kendisindedir. Kendi cehennemi ile yüzleşemeyen cennetin kıymetini bilemeyecek, gönül sarayına dozerle girecektir. Bütün çiçekler tarumardır artık. Tüm bu sebeplerle müminin kendisine dair endişelerinin, tereddütlerinin, suçlamalarının arz yönü Rabbine doğrudur. Netliği, kararlılığı, keskinliği, şiddeti insana dönüktür. Tüm bu hallerin toplamı “Allah ahlakı ile ahlaklanmak”, müminin “Rahman ve Rahimliğidir”.

Ey hidayet münhasıran zatına mahsus olan Rabbim!

Bizi en güzele kılavuzla…

İşlerimizi kolaylaştır, aşırılıklarımızı gider…

Günahlarımızı affet/bağışla…

Sen merhametlilerin en merhametlisisin!

Naçizane, 15.07.2013