Tag Archives: resul

Kuran’da bahsedilen “Ağır Yükümüz” nedir? /”ISRAN” Kavramı üzerine…

Standard

shutterstock_146872763

Bu kavram Kuran genelinde üç ayette geçmektedir;
2/286; “Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize AĞIR YÜKLER yükleme”
3/81; Nebilerden alınan misak; “Sizden sonra elinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona inanıp yardım edeceksiniz” Allah Teâlâ bu misaka “BENİM AĞIR YÜKÜM” anlamında “ISRΔ demekte.
7/157; Ellerinde olanda ve Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları Resul, ümmi Nebiye tabi olanlar üzerinden üzerinde oldukları “AĞIRLIKLARI ve prangalarını KALDIRIR” anlamında “ISRAHUM” kavramı kullanılmış.
Bu kavrama yönelmemin sebebi bir Kuran dostumun 2/286 ayetindeki “AĞIR YÜKÜ YÜKLEME!” şeklinde Allah Teâlâ’nın bize öğrettiği dua dolayısıyla yeniden bir elçi gelmeyeceği, elimizdeki kitabı tasdik eden bu elçiye ittibayı Allah Teâlâ’nın “AĞIR YÜK” olarak tanımlamak suretiyle bizim üzerimizden bu yükü kaldırdığı şeklinde yorumlaması oldu.
Allah Teâlâ ahdinden dönmez. 3/81 ayetinde Nebilerden alınan “Sizden sonra elinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona inanıp yardım edeceksiniz” misakı sadece o Nebilere mahsus değildir, aynı zamanda o Nebileri izleyenlerden de alınmış bir misaktır. Aksi taktirde bize anlatılmasının bir anlamı olmayacaktır. Ğaşiye Suresindeki “Hâşi’a” kavramı üzerinde yaptığım araştırmada Kuran genelinde seyredilebilecek şekilde o gün gelmeden yük yüklenildiğinde ve o güne hazırlık yapıldığında günü geldiğinde bu yüklerden kurtulunacağını görüp tespit etmiştim;
Kuran 88/2 O gün o yüzler ki saygılıdır/titrer. (hâşi’a)
Kavramın çevirisine sadık kalmaya çalışsam da burada belirtilen ve saygı/titreme olarak çevirdiğim hâşi’a kavramı o ayrım/duruşma/din gününden önce bu dünyada Allah’a saygı duyma ve titreme anlamında kullanıldığında olumlu, tedbir almaya yönlendiren ve bizi insan yapan bir etkisi mevcut iken o gündeki saygı ve titreme bir mecburiyet ve mahcubiyet ve utanç ifadesidir. Taş yerinde ağırdır. Her şey zamanında ve zemininde güzeldir. Burada anlatılan tip bu bahsettiğim mahcubiyeti yaşayan tiptir. Kuran genelinde bu ve benzeri kullanımları gözlemlemek mümkündür. O korkunç günden, hiç bir şeyin kapalı kalmayacağı günden korkmak gerekir. O gün örtüler kalkacak ve herkes yaptıklarıyla yüzleşecektir. (3 ve 9. Ayetler) O gün gelmeden önce o güne hazırlık yapmak gerekir. “
7/157 ayetinde görüldüğü üzere ellerindekinin haber verdiği elçiye tabi olanların üzerlerinden ağır yüklerin ve prangaların kaldırıldığı müjdesini görüyoruz. Bu ayet üzerinden bu AĞIR YÜK kavramına yaklaştığımızda aslında asıl bağlamından koparılmış temel metinler ve üretilmiş din dolayısıyla karşı karşıya kalınmış yükümlülüklerden bahsedildiği anlaşılmakta. İsa Peygambere tabi olanlara verilen sevgi ve merhamet özelliği dolayısıyla onların “Ruhbanlığı” icat ettikleri ve bu icat ettikleri Ruhbanlığın da gereklerini yerine getiremedikleri, Yahudilere kendi tercihleri yüzünden bir kısım hayvanların etlerinin ayrıca yasaklanması gibi birçok örnekle bu ağır yükün bize gösterildiği kanaatindeyim. Bizi rahat hareket ettirmeyen, sınırlamalar getiren, bizi hareketsiz bırakan bu prangalardan kurtulmanın yolu elimizdekini tasdik eden ve haber verilen bir elçi geldiğinde ona tabi olmaktır. Bu bağlar, prangalar, bu ağır yük bizim haber verilen ve elimizdekini tasdik eden elçiye tabi olmamızı engelleyen anlayış ve ürettiğimiz kurallarımızdır, aynı zamanda. Hak Teâlâ’nın bize bu duayı ettirerek gönderilecek, haber verilen ve elimizdekini tasdik eden elçiyi kolaylıkla tanıyarak tabi olmamızı kolaylaştıran bir duayı bize öğrettiğini ve öğütlediğini anlıyorum.

Naçizane, 09.12.2015

Kuran Nasıl Okunmalı – 1 / Kuran Meallerindeki Handikaplar

Standard

kuran-dinle

Daha önce kim, hangi ayeti nasıl anlamış olursa olsun Kuran’ın evrensel olduğuna, Allah’ın kelamı olduğuna inanan birinin bu hadsizliği yapmasını hiçbir şekilde anlamam mümkün değil. Kötü niyetli ise bilemem. Bu sebeplerle temel metin ile temasın artırılması, hatta Kuran Arapçasının öğrenilip metnin o şekilde okunmaya çalışılması elzem gibi duruyor.

Kuran nasıl okunmalı sorusunun Kuran meallerini okudukça en mühim soru ve sorun olarak belirginleştiğini görüyorum.

Allah’ın ne dediğini anlamak için çabalamak yerine kendi kanaatlerimizi, din algımızı meal metine giydirmek gibi bir yol tercih etmişiz. Ya da nezaketi bırakayım; “tercih etmişler”. Özellikle Mekkî sureler imgesel anlatımı üst düzeyde metinler olduğundan “anlam giydirme” konusunda çok daha fazla spekülasyona açıklar.

İslamoğlu’nun meal-tefsirini okurken özellikle bu ve benzeri surelerdeki manipülasyon midemi bulandırmıştı. (İlgili yazı için tıklayınız…) Tabii ki geleneğin Kuran metni ile ilgili bir çok yaklaşımı var. Bu geleneği, dinin kendisi olarak kabul edenler bu bakış açısını merkeze alarak Kuran’ı Türkçeye çeviriyorlar. Ama inanın metinle bir miktar temas ettiğinizde mızrak çuvala sığmıyor.

Geleneğin Kuran’a ve ayetlerine bakışı bizim merkezimizde olursa, Kuran’ın tam da engellemek istediği, en büyük handikap olarak gördüğü “atalar dini” konseptiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Kuran’ı tercüme edenler, Kuran hakkında konuşan ve yazanlar daha çok temel metin ile en yakın anlamı yakalama çabasında olmalılar. Olabildiğince Kuran kavramlarını kullanmalılar. Örneğin Kuran’da “salat” kavramı bir çok manada kullanılmıştır. Bu manalardan hangisinin ayet bağlamında kullanıldığı meal edenin insiyatifinde olmamalı. “Salat” kavramı ya olduğu gibi kullanılmalı ya da her yerde aynı mana verilmeye çalışılmalıdır. Yani her meal metni bir Kuran dili oluşturmalıdır. Yine örneğin gelenekte “Resul” ile “Nebi” arasındaki fark hiçte öyle Kuran eksenli değil. Bu konuda tercihiniz ve sebepleri ayrı bir tartışma konusu olsa da meal metninde bütün Resul ve Nebi kullanımlarını “peygamber” olarak çevirmek doğru değil. Metin tutarlılığını bu şekilde sağlamak imkansız, zaten.

Bir de gördüğüm handikaplardan biri, bire bir Kuran metnin anlamı karşısında Allah’ı yanlış anlaşılmadan koruma isteği (haşa). Bu, hiçbir meal edenin haddine değil, ayrıca. Örneğin İslamoğlu; Allah’ın mekrini, tuzakları boşa çıkarır şeklinde çevirmiş. Bu çeviri en başta Kuran’ın ironik, nevi şahsına münhasır üslubuna da aykırı zaten. Okuyucu bu yorumu ayetin siyakından ve sibakından yani bağlamından çıkarabilir. Yönlendirmek bence hadsizliktir. (Karşılaştırma maksatlı olarak bakınız; Kuran 3/54)

Daha önce kim, hangi ayeti nasıl anlamış olursa olsun Kuran’ın evrensel olduğuna, Allah’ın kelamı olduğuna inanan birinin bu hadsizliği yapmasını hiçbir şekilde anlamam mümkün değil. Kötü niyetli ise bilemem. Bu sebeplerle temel metin ile temasın artırılması, hatta Kuran Arapçasının öğrenilip metnin o şekilde okunmaya çalışılması elzem gibi duruyor. (N O T: Bu kanaatim doğrultusunda bu blogda yazdığım bütün yazılarda atıf yaptığım ya da mealini aktardığım ayetlerin www.kuranmeali.com adresinden arapça metnine ve diğer meallerdeki tercümelerine karşılaştırma yapılabilmesi maksadıyla link vermeyi esas aldım) 

Bu değindiğim tabii ki Kuran’ın kelamî yönü… Kuran’ın bir de kevnî yönü var. Kuran asıl hayatla okunur ve anlaşılır. Bu da bir diğer yön. Daha sonra inşallah burayı da açarız…

Naçizane, 05.08.2013